28 Nisan 2017 Cuma

Mor Gabriel Manastırı


   Süryanilerin ana yurdu olarak bilinen Turabdin bölgesinin kalbi olan, meşe ağaçlarıyla örtülü tepelerin doruk noktalarından birinde, 1610 yıllık köklü tarihiyle kendisini görenleri hayran bırakır Mor Gabriel Manastırı.


  Kilise tarafından "İkinci Kudüs" ilan edilen Mor Gabriel Manastırı, manastır yaşam tarzını ve geleneğini sürdürebilen ender manastırlardandır. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte çan sesi duyulurken yeni güne başlar manastır halkı.


  Manastır 397 yılında Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kurulmuştur. Kısa sürede o kadar çok ünlenmiştir ki ünü Roma ve İstanbul'da bulunan imparatorlara kadar gitmiştir. Onların yaptığı yardımlarla yapılan değerli yapılar hala günümüzde ayaktadır.


  Turabdin bölgesi; Anadolu, Mezopotamya ve Suriye'nin kesişme noktasıdır. Süryanicede "tur: dağ" ve "abdin: münzeviler" sözcüklerini karşılar, yani Münzevilerin Dağı manasına gelir.


   Günümüzde Mor Gabriel Manastırı'nda altmış kişi yaşamını sürdürüyor ve bunun otuzunu yakın köylerde yaşayan süryani gençleri kapsıyor. Orta okul ve liseye giden gençler manastırı yurt olarak kullanıyor daha sonra din adamı olmak isterlerse bu eğitim Türkiye'de verilmediği için yurt dışında okuyup geri geliyorlar.


   Her gün manastırda rahibeler tarafından yemekler yapılır ve akşam duasından sonra tüm manastır halkı hep birlikte sofraya oturur. Yemekler yendikten sonra, günde 7 defa 4'ü kişisel, 3'ü toplu şekilde olmak üzere namaz kılınır.


  Kilise ve cemaat işlerinde gönüllü olarak papaza yardım eden, tertip ve düzeni sağlayan kişilere "Diyakon" denir. Diyakonların başı olarak görülen Aziz Stefanos tarafından bugüne dek sürdürülen bu ruhani yapı kendi içinde de Mzamrono, Koruyo, Afudyakno, Evangeloyo, Arhedyakno olarak beşe ayrılır.


  Kilise Hiyerarşisinde Patrik ve Mafiryan'dan sonra üçüncü dini lider ve atandığı bölgenin en yüksek dini lideri Metropolit sayılır. Papaz evlenebilir ama yükselemez buna karşı Metropolit ve Patrikler kesinlikle evlenemez ama yükselebilirler.



  Hristiyan toplumunda "Kutsal Cuma" olarak anılan yani İsa Mesih'in çarmıha gerilişinin anma töreni yapılır. Nisanın ikinci haftasına kadar tutulan elli günlük oruç sonunda Paskalya'dan önceki ilk cuma zamanı dualar ve ibadetler yapılır.


  Bu ayinlerde İsa'nın çektiği acılar için dualar edilir. Cemaat toplanır ve o gün herkes siyahlara bürünerek yas tutar.


  "Kutsal Cuma" sonrasındaki pazar ise Hz.İsa'nın yeniden dirilişi olarak Paskalya Bayramı ilan edilir. Bu bayramın simgesi olan tavşan, doğurganlığı; yumurta ise yeniden yaşamı simgeler.


  Paskalya bayramı sabahı manastır ahalisi ve din adamları tarafından edilen dua sonrası kahvaltı yapılır. Gün boyu çevre köylerden veya şehirlerden süryaniler manastıra bayram ziyareti ve dua amaçlı uğrar.


   Mesih’in doğudan geleceğinin bir simgesi olarak, kilise yönü doğuya bakacak şekilde uzunlamasına inşa edilir. Günahtan ötürü kovuldukları ilk yurtları Adem Bahçesi'ne olan özlemlerinin ve Mesih'in ikinci gelişi doğudan olacağının bir işareti olarak kilise bireyleri de yüzlerini doğuya çevirerek günlük dualarını yapmaktadırlar.
































14 Nisan 2017 Cuma

Yüzyıllık Göç



    Mezopotamya’nın kadim halkı olarak bilinen ve köklerinin beş bin yıl önceye kadar uzandığı söylenen Süryaniler aslında o topraklarda uygarlığın gelişmesini sağlayan ve bu kültürün yayılmasında önemli rol oynayan bir halktır. 1.Dünya Savaşı sırasında Süryaniler Mezopotamya bölgesinden göç etmek zorunda kalmış ve 1915 yılında alınan bu göç kararıyla birçok Süryani ana vatanlarını bırakıp göç etmiştir.

   Yıllar önce Süryanilerin Seyfo katliamı olarak adlandırdıkları olay sonrası ailesi Suriye’ye göç etmek zorunda kalmış, yüzyıl sonra da Suriye’deki iç savaş nedeniyle yine göçe zorlanan Süryani bir aileyi haberimde izleyeceksiniz.



   Peki Süryanilerin sesi olan Tuma Çelik bize bu göç ve Süryani tarihi hakkında neler anlatmış ona bir bakalım…
    Sabro Gazetesi Genel Yayın Müdürü Tuma Çelik, 1964 Midyat doğumlu. 1974’te ilk olarak     Türkiye’ye daha sonra da İsviçre’ye göç etmiş. 2010 yılında  İsviçre’den de Türkiye’ye geri dönüş yapmış.  Sabro’nun anlamının umut olduğunu bize özellikle belirtiyor. "Umut, çünkü hala umudumuzun var olduğunu anlatmak için", diyor. Türkiye’de Süryanilerin var olduğunu ve bizlerin sorunlarını ve taleplerimizin olduğunu anlatmak için bu gazeteyi çıkarttıklarını söylüyor.

   “Gazetede farklı kimliklerden yazarlar bulunuyor yani herkes Süryani değil. Bizim çabamız aynı zamanda etrafımızdaki halka Süryanileri tanıtmak”, diyor. Tuma Bey’in  bu konular hakkında çeşitli kitapları da bulunmakta. Kendisi Süryanilerin umutlarını ortaya koymak ve onları anlatmak için çeşitli çalışmalar da yapıyor.

 “SEYFO KATLİAM DEĞİL, SOYKIRIMDIR”
     
    Seyfo’yu çoğu Süryani gibi katliam olarak değil de soykırım olarak görüyor. Geçmiş dönemde Süryanilerin hiçbir örgütlenme ve askeri gücü olmadığını bu yüzden bu olayları soykırım olarak adlandırdıklarını söylüyor. Sadece Süryani ve Hristiyan oldukları için bu saldırıya maruz kaldıklarını ve var olan 700 binlik nüfustan yaklaşık 200 bin civarında nüfuslarının kaldığını söyleyerek ekliyor; "Bu yok olan nüfusun büyük bir çoğunluğunun göçe zorlandığını, bir diğer kısmının da müslümanlaştırıldığını tahmin ediyoruz. Bu olayların hala düşünce olarak var olduğunu da dile getiriyor. Hala inkar edildiğini ve mantık olarakta devam ettiğini ekliyor", Çelik.

  “1928’te Süryanilerin Mardin ve Diyarbakır da bulunan okulları kapatıldı. Süryanilerin yok olduğunu, onların kimliklerini inkar ederek bunun hala devam ettiğini düşünüyoruz. Bu güne kadar Süryani nüfusunun giderek yok olmasını da buna bağlıyoruz. 1918’ler de var olan 200 bin Süryani nüfusu bugünlerde 20 bin civarına düştü. Bu da bizlere soykırımcı mantığının devam ettiğini düşündürüyor. Biz bu olayların bir daha gündeme gelmemesini, 1915 ile yüzleşilmesini, o acıların bir daha yaşanmamasını ve Türkiye halklarının ortak bir gelecek konusunda barış içerisinde yaşamasını istiyoruz.” diyor ve özellikle belirtiyor Çelik; "1915 olaylarında Süryanilerin adının pek fazla geçmemesi onların sesinin çıkmamasıdır."

   1915’in hala devam ettiğini söylüyor. Süryanilerin 1915’te bir travma yaşadıklarını ve kapalı toplumlarını daha fazla kapalı hale getirdiklerinin altını çiziyor. Kilise örgütlenmeleri de ortadan kaldırılınca seslerini duyurabilecekleri bir ortam kalmıyor. Osmanlı zamanında Ermeni ve Rum olarak Hristiyanlar iki toplum olarak ele alınıyor. Süryaniler de bu Ermeni toplumların içinde bulunuyor. 451 yılında Doğu ve Batı olarak kiliseler ayrışıyor. Gıbti olarak adlandırılan Bugün Mısırda yaşayanlar ve Ermeniler Doğu kiliselerini temsil ediyor. Kalkedon Konsilili’nin kararlarına karşı çıkıyorlar. Osmanlı devleti Anadolu’yu topraklarına kattığında Ermeni milletine; Kadıköy Konsili karşıtlarını, Rum milleti içerisine de; Kadıköy Konsili taraftarlarını yerleştiriyor. Böylelikle Süryaniler ve Ermeniler aynı kimlik adı altına alınıyor.


 Yeşilköy Süryani Kilisesi ayini Papaz karşılanırken kilise ahalisi

   “Burada neden Ermenilerin adı altında toplandığı sorusu akla gelebilir; sebebi  Süryanilerin kırsal bölgelerde yaşıyor olmaları ve İstanbul da bir temsilliklerinin olmamasıdır. Merkezden uzak yerleşim yerlerinde bulunuyorlardı.  Dolayısıyla 1915’te yapılan araştırmalarda Ermeni ya da Süryani olarak değil Hristiyan olarak ele alınıyordu. Bu yüzden de Süryaniler geri planda kalıyordu. Seslerini de duyuramadıkları için otomatik olarak 1915 olayını herkes Ermeniler üzerinden okuyor, duyuyor, biliyor.” diyerek sözlerine ekliyor, Çelik.

“BEN BİREY OLARAK KADERİ TANIMIYORUM”

   “İnsanın karşılaştığı bütün olayların, içinde bulundukları planlamalar çerçevesinde yaşandığını ve insanın başına ne geliyorsa bunun kaynağının kendisi olduğunu belirten Çelik, bize Suriye’den göç eden Süryani kesim hakkındaki düşüncelerini anlatıyor.

   Olaya kader olarak bakmadığını, ifade ediyor. 1920’lerden sonra yaşanan göçler için Süryanilerin kendilerine en yakın bulduğu yerlere göç ettiğini söylüyor.

   “Bu bölgeler aslında hiç bilinmedik yerler değil, aksine sınır bölgelerinde bulunan Süryani köylerinin olduğu yerleşim yerlerine gitmişlerdir. Göç etmelerinin kaynağının baskıdan ziyade o bölgelerdeki insanların Süryani olmasından kaynaklanmasıdır.”diyor, Çelik.

   Suruç bölgesinin aşağısında bulunan Mabuk köyü Suriye sınırları içerisinde bulunuyor. Bu iki bölgenin arasında din, dil, tarih bakımından hiçbir ayrım yok ikisi de Süryani köyü. Fakat siyasi gelişmeler çerçevesinde bölünerek farklı iki yer olarak adlandırılıyor. Tuma bey, insanların oralara giderken farklı bir yere gittiklerini düşünmediklerini ancak siyasiler tarafından coğrafyaların ayrımlaştırıldığını, söylüyor.


Kara kalem çalışması yaparken Abdülnur Bey; "Suriye'de doğup büyümüş olmama rağmen, Türkiye'ye geldiğimde kendimi hiç yabancı hissetmedim", dedi.

“GÖÇÜ BİR KURTULUŞ OLARAK GÖRÜYORLAR”

    Mezopotamya’nın çeşitli bölgelerinden zamanında Suriye’ye göç eden Süryanilerin şuanda çıkan iç savaş nedeniyle geri ülkelerine döndüklerini bu haberimde izlediniz. Bu konu hakkında Çelik; Süryanilerin geçmişten gelen bu travma nedeniyle göçü bir kurtuluş olarak gördüklerini söylüyor. "Sabro Gazetesi’nin ve Türkiye’deki diğer Süryani topluluklarının ortaklaşa düzenlediği Turabdin’de bir dayanışma kampanyası çerçevesinde Avrupa ülkelerinde seminerler düzenliyoruz", diyen Çelik, Süryanilerin sesini duyurmaya devam edeceklerini belirtiyor.

31 Mart 2017 Cuma

Süryani Gelenekleri


  Süryanilerin inanç ve gelenekleri birbiriyle iç içe geçmiş bir şekilde olsa da, gelenekler aslında inançla anlam kazanır. İçinde inanç olmayan bir gelenek genelde bulunmamakla birlikte geleneklerde muhakkak yaşatılan bir inanç vardır.


17 Mart 2017 Cuma

Mardin'in Teyzesi Nasra Şammashindi

   Mardin'in büyük değeri Nasra Şammashindi-Çilli hayatı boyunca yaptığı basma işçiliği ve Süryani boyama sanatı ile dünyanın her yerine adını yazdırmıştır. El işlerinde Metropolitler, Yuhanna İncilleri, İsa'nın doğumu, son yemeği ve ölümü Şammashindi'nin ellerinde can bulur.

   Dünyanın birçok kilisesinde el Nasra Şammashindi'nin işlerini görmek mümkündür. Mardin coğrafyasında 2500 yıl öncesinde  kullanılan kalıplarla ve fırçayla yapılmış sanat eserleri Nasra Teyze'nin ellerinden çıkmıştır.

   Bizlere Nasra Teyze'yi onu yakından tanıyan Mirel Düzgünoğlu ve Seda Kantar anlatıyor...

   Müzik : Sergey Cheremisinov - Don't Lie To Inner Child

https://soundcloud.com/aylingencay/radio-news-music


   Aşağıda Nasra Şammashindi-Çilli hakkında Hakan Aytekin tarafında 2001 senesinde yapılan "Işık Sesini Arıyor" belgeselini izleyebilirsiniz.

https://youtu.be/v8KfX9dAObI

3 Mart 2017 Cuma

Hakkımda

Merhaba, ben Aylin Gençay. Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya bölümü son sınıf öğrencisiyim. Bu blog sayfasında bitirme proje konum olan Süryani kültürünü sizlerle paylaşacağım. Türkiye sınırları içerisinde birlikte yaşayıp, günlük hayatı paylaştığımız, hepsi birbirinden değerli çeşitli etnik kimliklere sahibiz. Ben bu blogda bunlardan biri olan Süryanileri ele almak istedim. Oturduğum bölgede ve çevremde birçok Süryani arkadaşım bulunmakta, yani onları yakından tanıma şansım oldu diyebilirim. Bayramlarını nasıl çoşkuyla ve büyük bir özenle kutladıklarını, dillerini kendi aralarında nasıl kullandıklarını, çeşitli örf ve adetlerini yakından görme fırsatım oldu. Benim için hepsi ilgi çekici olmakla birlikte, arkadaşlarımdan da sürekli yeni bilgiler öğrenme telaşındayım. Burada da öğrendiklerimi ve daha nicelerini sizlerle paylaşmak için varım. Umarım en az benim kadar siz de keyif alırsınız. Hoşçakalın !

Süryani kimdir?

  Tarihin tozlu sayfalarından günümüze kadar uzanarak köklü bir geçmişe sahip olan Süryaniler, bu zamana kadar kültürlerini ve inançlarını koruyarak, her şeye rağmen ayakta kalmışlardır. Şimdi bu tarih sayfasını biraz aralayalım...


Mor Gabriel Manastırı Mardin'de bulunan dünyanın en büyük Süryani Ortodoks Manastırıdır. Fotoğraf: Seyit.47


   Süryaniler eski adlarıyla Suryoyolar, genellikle Mezopotamya bölgesine yerleşmişlerdir ve kökenleri  5000 yıllık uzun bir geçmişe dayalıdır. Yaşadıkları bölgede Hristiyanlığı kabul edip çeşitli zorluklara göğüs germiş ve günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Süryanilerin köklerinin nereden geldiğine dair farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlardan biri Aramilerdir. konuştukları Aramice'ye Süryanice demeye başlamıştır. O dönemde Süryaniler ile birlikte bölgede yeni benimsenen Hristiyanlık inancı özdeşleşmiş, biri anılınca diğeri peşinden gelir olmuştur. Bir diğer görüş ise köklerin Asurlulardan geldiğini savunur. Aslında bu iki görüşün de ortak bir paydada buluşması gerekir çünkü Süryanilerin kökeni tüm eski Mezopotamya halklarına dayanır. Görüşlerin farklı olmasının asıl sebebi, Süryanilerin kendi özelliklerine sahip olmalarını istemeleridir. Şöyle ki Asurlulardan geldiklerini düşünenler siyasal bir toplum olduğunu savunmakta; Aramilerden geldiklerini düşünenler ise inançlarına bağlı bir toplum olmasını arzu etmekte ve buna bağlı olarak toplumda düzeni sağlamaya çalışmaktadır.


   Aslına baktığımızda Asur ve Arami diye bahsedilen halk aynıdır. Bu halk Eski Mezopotamya kültürünü taşımaktadır. Sadece isimler bölgelere göre değişiklik göstermektedir. Hristiyanlığa geçiş sonrası Süryani adı yaygınlaşmış ve o bölgede Hristiyan olan halka “Süryani” denmeye başlanmıştır. Yani Hristiyan olmadan önceki isimleri Asurlular ve Aramiler olarak bilinmektedir. Buna karşılık kökenlerinin tüm Mezopotamya halkına dayandığını görmekteyiz. Bu bölgede yaşayan tüm halklar hemen hemen aynı örf ve adetleri benimsemiş, aynı dili konuşmuş ve Hristiyanlığı kabul edip aynı dile mensup olmuşlardır. Yeni isimleriyle birlikte de Süryaniler doğmuştur.

   Süryani adının nereden geldiğine dair pek çok varsayım vardır. Fakat bu varsayımların tek ortak özelliği o bölgede uzun yıllar hüküm sürmüş bir kralın adından gelmekte olduğudur. Süryani adının tam olarak nereden geldiği ve neden dolayı kullanıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Günümüzde en çok duyulan iki varsayımı “Anadolu’nun Solan Rengi Süryaniler” adlı kitabın yazarı olan Yakup Bilge’nin eserinde anlatılmıştır.

   Suriye adının o zamanın bölge hükümdarı Kilikos’un kardeşi Suros’tan geldiği düşünülmektedir. Süryani ismi de Suros’tan türeyerek bugünkü şeklini almaktadır. 11.yy’da yaşamış olan Arami kralı Suros’un yönettiği bölgenin adı “Surisyin” olarak adlandırılmaktadır. Zaman geçtikçe sondaki “s” harfi düşerek “Suriyn” olduğu ve yerleşik halkın adının da o şekilde anıldığı bilinmektedir. Bir diğer varsayıma gelecek olursak Asurluların yaşadığı bölgeye “Asurya” denmektedir. Zamanla “Asurya” ve “Asuryan” kelimeleri Aramca konuşan halkın diline yerleşerek kullanılmaya ve daha sonra değişikliğe uğrayarak Asuroyo olarak telaffuz edilmeye başlanmıştır. Günümüzde de “A” harfi düşerek Suroyo yani Süryani olarak kullanılmaktadır.

ESKİ SÜRYANİ TARİHİ

  
  Eski Mezopotamya’da yaşayan milletlerin tarihi, Süryanilerin milattan önceki tarihleridir. İslamiyetten önceki dönemde o bölgede yaşayan halklar birbirleriyle daha çok kaynaşarak, o bölgede daha da yaygınlaşmışlardır. Buna sebep olarak Aramilerin Mezopotamya’ya yerleşmeleri gösterilmektedir. Asur İmparatorluğu’nun ve Babil Devleti’nin yıkılması ile birlikte de yeni bir durum oluşmuştur. Bu durum tüm eski Mezopotamya halkları içinde büyük bir kaynaşma ortaya çıkarmıştır. Bunun sebebi dışarıdan gelen bir yabancının, yaşadıkları bölgeyi ele geçirmeye çalışmasıdır. Yabancıların himayesi altına girmiş olan bu halklar aslında aynı dili konuşup, benzer örf ve adetlere sahip oldukları için kaynaşmaları hızla devam etmiştir.

   Aramiler de bu arada Fırat ve Dicle nehirleri arasına girmeye çalışmaya başlamıştır. Aramilerin saldırılarına uğrayan Asurluların nüfusu gittikçe azalmış, halk köleleştirilmeye başlanmıştır. Fakat daha sonra bu saldırılar son bulup, Aramiler Mezopotamya’da yerleşik hayata geçip, Asurlu halkıyla anlaşmaya başlamıştır. Buna karşılık olarak Asur halkı da bu süre zarfında güçlenip Aramilere saldırmış ve Aramiler Asur’un himayesi altına girerek bu iki devlet birleşmiştir.

   Hristiyanlığı kabul edince bu iki halkın kaynaşmaları hızlanmıştır. Artık aynı  dil, gelenek ve göreneklerin yanı sıra aynı dine de sahip olmuşlardır. Buradan da Süryanilerin temelinin aslında Akadlılar, Asurlular, Aramiler ve Babillilere dayandığını görmekteyiz. Böylece aynı dini kabul ederek bu toplumlar büyük bir dinsel kültür ortaya çıkarmıştır. Eski Mezopotamya ulusları birleşerek Hristiyanlık inancının esas alındığı Süryani milletini doğurmuştur.


SÜRYANİ TARİHİNDE BÖLÜNMELER

   Süryani tarihinde önemli iki dönem vardır; Hristiyan ve putperest Süryaniler. 

Süryaniler Hristiyanlığı kabul etmeden önce putpereset bir hayat sürdürmüşlerdir. İsa’nın gelişiyle Hristiyanlık Mezopotamya’ya doğru hızla yayılmıştır. O dönemde Roma İmparatorluğu ve Bizans Hristiyanlık inancına dair etkin bir rol oynamıştır. Tanrı ve İsa ilişkisi üzerine çeşitli din fikir ayrılıkları çıkmış bunun üzerine Süryaniler batı (Diyarbakır, Antakya, Maraş, Urfa, Mardin, Midyat, Nusaybin ve Suriye) ve doğu (İran, Irak ve Hindistan) bölgesi Süryanileri olarak anılmaya başlanmıştır.

   Birlik ve beraberlik anlayışı içinde etkinliklerini sürdüren Batı Süryanileri ve Doğu Süryanilerinin kopma noktası olarak Kalkedon (Kadıköy) Konsili’nin büyük bir rolü bulunmaktadır. (Konsil: Öğreti ve Kilise düzeni ile ilgili problemleri çözmek üzere toplanan piskopos ve din alimlerinden oluşan kurul.)

   Bizans, Doğu Süryanilerinin kurduğu kiliselerde kendi görüşlerini empoze etmeye başlamıştır. Bu, ayrılığın en büyük nedeni olarak görülmektedir. Bizans kilisesi patriği olan ve bu konsilin en önemli ismi Mor Nastur’dur. Mor Nastur, İsa’nın doğası gibi konuları incelemiştir. Mor Nastur’dan önce onun gibi birçok Süryani filozof, Bizans otoriteleri tarafından bastırılmıştır. Mor Nastur’u savunan birçok kişi çeşitli protestolarla seslerini duyurmaya çalışmıştır. Bunun üzerine Nastur sürgün edilmiştir. Onu destekleyen kişilere de “Nasturi” denmeye başlanmıştır. Nasturi diye damgalanan bu kişilere bir de İsa’yı inkar ettikleri manasına gelen “çift doğa” kelimesi de eklenmiştir. Bu sırada da Batı Süryanileri olarak adlandırılan Antakya Süryani Kilisesi de gün geçtikçe aldığı baskılar yüzünden yok olmaya başlamıştır. Bu esnada Yakup Burdono adıyla genç bir Süryani rahip ortaya çıkıp kiliseyi yıkılmaktan kurtarmıştır. Gerçekleştirdiği üstün başarı sayesinde çok sevilmiştir. Bu da, Bizans tarafından pek hoş karşılanmamış,  daha sonra Yakubiler ismi ile küçümsemek amacıyla anılmıştır. Yakubiler, günümüzdeki Süryani Ortodokslardır.


  Süryanilerin en önemli merkezlerinden biri olan Deyrulzefaran Manastırı rahibi Raban Gabriel Akkurt ve Mezopotamya ovasına açılan devasa kapı .


   Bu olaylar sonrası Bizans İmparatoru Markian’dan korkan bir grup Süryani, Kadıköy Konsil’inin kararlarını kabul etmiştir. Bunlara da “Malkoye Melkit” denilmeye başlanmıştır. Süryanice “kralın yandaşları” manasında kullanılmaktadır. Arap istilasından sonra dillerini Süryanice'den Arapça'ya çevirmiş ve Bizans kilisesinden ayrılmışlardır. Malkoye Melkit’ler günümüzde Rum Ortodokslardır.

   Zamanla bu topluluk içerisinde bir başka bölünme daha olmuştur. “Maronit Patrikliği” adı altında kurulan bu bağımsız gruba mensup üyeler de Maruniler olarak anılmaya başlanmıştır.Nasturilikten zamanla kopan Kıbrıs Nasturi Metropoliti Timotheos ve onun düşüncelerini benimseyen gruba da “Keldani” denilmiştir.

   18.Yüzyıl içinde Antakya Süryani Kilisesi bir bölünmeye daha şahit olmuştur. Bir grup Süryani Papalığa bağlanarak “Süryani Katolik” adı altında bir grup kurmuşlardır. Papalığa bağlanmak isteyen bazı Süryaniler, yapılan patrik seçimlerini fırsat bilip eşit oy çıkartıp bölünmeye gitmişlerdir.

   19.Yüzyıl içinde Protestanlık hakkında Amerikalı ve İngilizlerin yaptığı çalışmalar sonucu Süryani Protestan grubu da ortaya çıkmıştır.

    Bir de başka türde parçalanmalar da olmuştur. Bunlar, İslam dinine geçen Süryanilerdir. Bu topluluklara Mhalmi adı verilmiştir. Mardin ve çevresinde yaşamakta ve tüm yerleşmelerin adı Süryanice konulmuştur. Köylerde bulunan birçok cami geçmişte kilise olarak kullanılmıştır. Geçmişten gelen çeşitli gelenek ve göreneklerini hala sürdürmektedirler.

    Süryaniler tarih boyunca birçok nedenden sürekli olarak kendi aralarında bölünmüştür. Bu sebeptendir ki güçlerini bölünerek kaybetmişlerdir. Fakat buna rağmen bugüne kadar kendilerine has kültürlerini, örf ve adetlerini sürdürmeyi başarabilmişler ve Süryani kültürünü terk etmemişlerdir.