Süryanilerin ana yurdu olarak bilinen Turabdin bölgesinin kalbi olan, meşe ağaçlarıyla örtülü tepelerin doruk noktalarından birinde, 1610 yıllık köklü tarihiyle kendisini görenleri hayran bırakır Mor Gabriel Manastırı.
Kilise tarafından "İkinci Kudüs" ilan edilen Mor Gabriel Manastırı, manastır yaşam tarzını ve geleneğini sürdürebilen ender manastırlardandır. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte çan sesi duyulurken yeni güne başlar manastır halkı.
Manastır 397 yılında Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kurulmuştur. Kısa sürede o kadar çok ünlenmiştir ki ünü Roma ve İstanbul'da bulunan imparatorlara kadar gitmiştir. Onların yaptığı yardımlarla yapılan değerli yapılar hala günümüzde ayaktadır.
Turabdin bölgesi; Anadolu, Mezopotamya ve Suriye'nin kesişme noktasıdır. Süryanicede "tur: dağ" ve "abdin: münzeviler" sözcüklerini karşılar, yani Münzevilerin Dağı manasına gelir.
Günümüzde Mor Gabriel Manastırı'nda altmış kişi yaşamını sürdürüyor ve bunun otuzunu yakın köylerde yaşayan süryani gençleri kapsıyor. Orta okul ve liseye giden gençler manastırı yurt olarak kullanıyor daha sonra din adamı olmak isterlerse bu eğitim Türkiye'de verilmediği için yurt dışında okuyup geri geliyorlar.
Her gün manastırda rahibeler tarafından yemekler yapılır ve akşam duasından sonra tüm manastır halkı hep birlikte sofraya oturur. Yemekler yendikten sonra, günde 7 defa 4'ü kişisel, 3'ü toplu şekilde olmak üzere namaz kılınır.
Kilise ve cemaat işlerinde gönüllü olarak papaza yardım eden, tertip ve düzeni sağlayan kişilere "Diyakon" denir. Diyakonların başı olarak görülen Aziz Stefanos tarafından bugüne dek sürdürülen bu ruhani yapı kendi içinde de Mzamrono, Koruyo, Afudyakno, Evangeloyo, Arhedyakno olarak beşe ayrılır.
Kilise Hiyerarşisinde Patrik ve Mafiryan'dan sonra üçüncü dini lider ve atandığı bölgenin en yüksek dini lideri Metropolit sayılır.Papaz evlenebilir ama yükselemez buna karşı Metropolit ve Patrikler kesinlikle evlenemez ama yükselebilirler.
Hristiyan toplumunda "Kutsal Cuma" olarak anılan yani İsa Mesih'in çarmıha gerilişinin anma töreni yapılır. Nisanın ikinci haftasına kadar tutulan elli günlük oruç sonunda Paskalya'dan önceki ilk cuma zamanı dualar ve ibadetler yapılır.
Bu ayinlerde İsa'nın çektiği acılar için dualar edilir. Cemaat toplanır ve o gün herkes siyahlara bürünerek yas tutar.
"Kutsal Cuma" sonrasındaki pazar ise Hz.İsa'nın yeniden dirilişi olarak Paskalya Bayramı ilan edilir. Bu bayramın simgesi olan tavşan, doğurganlığı; yumurta ise yeniden yaşamı simgeler.
Paskalya bayramı sabahı manastır ahalisi ve din adamları tarafından edilen dua sonrası kahvaltı yapılır. Gün boyu çevre köylerden veya şehirlerden süryaniler manastıra bayram ziyareti ve dua amaçlı uğrar.
Mesih’in doğudan geleceğinin bir simgesi olarak, kilise yönü doğuya bakacak şekilde uzunlamasına inşa edilir. Günahtan ötürü kovuldukları ilk yurtları Adem Bahçesi'ne olan özlemlerinin ve Mesih'in ikinci gelişi doğudan olacağının bir işareti olarak kilise bireyleri de yüzlerini doğuya çevirerek günlük dualarını yapmaktadırlar.
Mezopotamya’nın kadim halkı olarak bilinen ve köklerinin beş bin yıl önceye kadar uzandığı söylenen Süryaniler aslında o topraklarda uygarlığın gelişmesini sağlayan ve bu kültürün yayılmasında önemli rol oynayan bir halktır. 1.Dünya Savaşı sırasında Süryaniler Mezopotamya bölgesinden göç etmek zorunda kalmış ve 1915 yılında alınan bu göç kararıyla birçok Süryani ana vatanlarını bırakıp göç etmiştir.
Yıllar önce Süryanilerin Seyfo katliamı olarak
adlandırdıkları olay sonrası ailesi Suriye’ye göç etmek zorunda kalmış, yüzyıl sonra
da Suriye’deki iç savaş nedeniyle yine göçe zorlanan Süryani bir aileyi
haberimde izleyeceksiniz.
Peki Süryanilerin sesi olan Tuma
Çelik bize bu göç ve Süryani tarihi hakkında neler anlatmış ona bir bakalım…
Sabro Gazetesi Genel Yayın Müdürü Tuma Çelik,
1964 Midyat doğumlu. 1974’te ilk olarak Türkiye’ye daha sonra da İsviçre’ye göç
etmiş. 2010 yılında İsviçre’den de
Türkiye’ye geri dönüş yapmış. Sabro’nun
anlamının umut olduğunu bize özellikle belirtiyor. "Umut, çünkü hala umudumuzun
var olduğunu anlatmak için", diyor. Türkiye’de Süryanilerin var olduğunu ve
bizlerin sorunlarını ve taleplerimizin
olduğunu anlatmak için bu gazeteyi çıkarttıklarını söylüyor.
“Gazetede
farklı kimliklerden yazarlar bulunuyor yani herkes Süryani değil. Bizim çabamız
aynı zamanda etrafımızdaki halka Süryanileri tanıtmak”, diyor. Tuma Bey’in bu konular hakkında çeşitli kitapları da bulunmakta. Kendisi Süryanilerin umutlarını ortaya koymak
ve onları anlatmak için çeşitli çalışmalar da yapıyor.
“SEYFO
KATLİAM DEĞİL, SOYKIRIMDIR”
Seyfo’yu çoğu
Süryani gibi katliam olarak değil de soykırım olarak görüyor. Geçmiş dönemde
Süryanilerin hiçbir örgütlenme ve askeri gücü olmadığını bu yüzden bu olayları
soykırım olarak adlandırdıklarını söylüyor. Sadece Süryani ve Hristiyan
oldukları için bu saldırıya maruz kaldıklarını ve var olan 700 binlik
nüfustan yaklaşık 200 bin civarında nüfuslarının kaldığını söyleyerek ekliyor; "Bu yok olan nüfusun büyük bir çoğunluğunun göçe zorlandığını, bir diğer
kısmının da müslümanlaştırıldığını tahmin ediyoruz. Bu olayların hala düşünce
olarak var olduğunu da dile getiriyor. Hala inkar edildiğini ve mantık
olarakta devam ettiğini ekliyor", Çelik.
“1928’te
Süryanilerin Mardin ve Diyarbakır da bulunan okulları kapatıldı. Süryanilerin
yok olduğunu, onların kimliklerini inkar ederek bunun hala devam ettiğini düşünüyoruz. Bu güne kadar Süryani nüfusunun giderek yok olmasını da buna
bağlıyoruz. 1918’ler de var olan 200 bin Süryani nüfusu bugünlerde 20 bin
civarına düştü. Bu da bizlere soykırımcı mantığının devam ettiğini düşündürüyor.
Biz bu olayların bir daha gündeme gelmemesini, 1915 ile yüzleşilmesini, o acıların
bir daha yaşanmamasını ve Türkiye halklarının ortak bir gelecek konusunda barış
içerisinde yaşamasını istiyoruz.” diyor ve özellikle belirtiyor Çelik; "1915 olaylarında
Süryanilerin adının pek fazla geçmemesi onların sesinin çıkmamasıdır."
1915’in
hala devam ettiğini söylüyor. Süryanilerin 1915’te bir travma yaşadıklarını ve
kapalı toplumlarını daha fazla kapalı hale getirdiklerinin altını çiziyor.
Kilise örgütlenmeleri de ortadan kaldırılınca seslerini duyurabilecekleri bir
ortam kalmıyor. Osmanlı zamanında Ermeni ve Rum olarak Hristiyanlar iki toplum olarak ele alınıyor. Süryaniler de
bu Ermeni toplumların içinde bulunuyor. 451 yılında Doğu ve Batı olarak
kiliseler ayrışıyor. Gıbti olarak adlandırılan Bugün Mısırda yaşayanlar ve Ermeniler
Doğu kiliselerini temsil ediyor. Kalkedon Konsilili’nin kararlarına karşı
çıkıyorlar. Osmanlı devleti Anadolu’yu topraklarına kattığında Ermeni
milletine; Kadıköy Konsili karşıtlarını, Rum milleti içerisine de; Kadıköy
Konsili taraftarlarını yerleştiriyor. Böylelikle Süryaniler ve Ermeniler aynı
kimlik adı altına alınıyor.
Yeşilköy Süryani Kilisesi ayini Papaz karşılanırken kilise ahalisi
“Burada neden Ermenilerin adı altında
toplandığı sorusu akla gelebilir; sebebi
Süryanilerin kırsal bölgelerde yaşıyor olmaları ve İstanbul da bir
temsilliklerinin olmamasıdır. Merkezden uzak yerleşim yerlerinde
bulunuyorlardı. Dolayısıyla 1915’te
yapılan araştırmalarda Ermeni ya da Süryani olarak değil Hristiyan olarak ele
alınıyordu. Bu yüzden de Süryaniler geri planda kalıyordu. Seslerini de
duyuramadıkları için otomatik olarak 1915 olayını herkes Ermeniler üzerinden
okuyor, duyuyor, biliyor.” diyerek sözlerine ekliyor, Çelik.
“BEN BİREY OLARAK KADERİ TANIMIYORUM”
“İnsanın
karşılaştığı bütün olayların, içinde bulundukları planlamalar çerçevesinde
yaşandığını ve insanın başına ne geliyorsa bunun kaynağının kendisi olduğunu belirten Çelik, bize Suriye’den göç eden Süryani kesim hakkındaki
düşüncelerini anlatıyor.
Olaya kader olarak bakmadığını, ifade ediyor.
1920’lerden sonra yaşanan göçler için Süryanilerin kendilerine en yakın bulduğu
yerlere göç ettiğini söylüyor.
“Bu bölgeler
aslında hiç bilinmedik yerler değil, aksine sınır bölgelerinde bulunan Süryani
köylerinin olduğu yerleşim yerlerine gitmişlerdir. Göç etmelerinin kaynağının
baskıdan ziyade o bölgelerdeki insanların Süryani olmasından kaynaklanmasıdır.”diyor,
Çelik.
Suruç bölgesinin aşağısında bulunan Mabuk köyü
Suriye sınırları içerisinde bulunuyor. Bu iki bölgenin arasında din, dil, tarih
bakımından hiçbir ayrım yok ikisi de Süryani köyü. Fakat siyasi gelişmeler
çerçevesinde bölünerek farklı iki yer olarak adlandırılıyor. Tuma bey, insanların
oralara giderken farklı bir yere gittiklerini düşünmediklerini ancak siyasiler
tarafından coğrafyaların ayrımlaştırıldığını, söylüyor.
Kara kalem çalışması yaparken Abdülnur Bey; "Suriye'de doğup büyümüş olmama rağmen, Türkiye'ye geldiğimde kendimi hiç yabancı hissetmedim", dedi.
“GÖÇÜ BİR
KURTULUŞ OLARAK GÖRÜYORLAR”
Mezopotamya’nın çeşitli bölgelerinden
zamanında Suriye’ye göç eden Süryanilerin şuanda çıkan iç savaş nedeniyle geri
ülkelerine döndüklerini bu haberimde izlediniz. Bu konu hakkında Çelik;
Süryanilerin geçmişten gelen bu travma nedeniyle göçü bir kurtuluş olarak
gördüklerini söylüyor. "Sabro Gazetesi’nin ve Türkiye’deki diğer Süryani
topluluklarının ortaklaşa düzenlediği Turabdin’de bir dayanışma kampanyası
çerçevesinde Avrupa ülkelerinde seminerler düzenliyoruz", diyen Çelik, Süryanilerin sesini duyurmaya devam edeceklerini belirtiyor.
Süryanilerin inanç ve gelenekleri birbiriyle iç içe geçmiş bir şekilde olsa da, gelenekler aslında inançla anlam kazanır. İçinde inanç olmayan bir gelenek genelde bulunmamakla birlikte geleneklerde muhakkak yaşatılan bir inanç vardır.
Mardin'in büyük değeri Nasra Şammashindi-Çilli hayatı boyunca yaptığı basma işçiliği ve Süryani boyama sanatı ile dünyanın her yerine adını yazdırmıştır. El işlerinde Metropolitler, Yuhanna İncilleri, İsa'nın doğumu, son yemeği ve ölümü Şammashindi'nin ellerinde can bulur.
Dünyanın birçok kilisesinde el Nasra Şammashindi'nin işlerini görmek mümkündür. Mardin coğrafyasında 2500 yıl öncesinde kullanılan kalıplarla ve fırçayla yapılmış sanat eserleri Nasra Teyze'nin ellerinden çıkmıştır.
Bizlere Nasra Teyze'yi onu yakından tanıyan Mirel Düzgünoğlu ve Seda Kantar anlatıyor...
Müzik : Sergey Cheremisinov - Don't Lie To Inner Child
Merhaba, ben Aylin Gençay. Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya bölümü son sınıf öğrencisiyim. Bu blog sayfasında bitirme proje konum olan Süryani kültürünü sizlerle paylaşacağım. Türkiye sınırları içerisinde birlikte yaşayıp, günlük hayatı paylaştığımız, hepsi birbirinden değerli çeşitli etnik kimliklere sahibiz. Ben bu blogda bunlardan biri olan Süryanileri ele almak istedim. Oturduğum bölgede ve çevremde birçok Süryani arkadaşım bulunmakta, yani onları yakından tanıma şansım oldu diyebilirim. Bayramlarını nasıl çoşkuyla ve büyük bir özenle kutladıklarını, dillerini kendi aralarında nasıl kullandıklarını, çeşitli örf ve adetlerini yakından görme fırsatım oldu. Benim için hepsi ilgi çekici olmakla birlikte, arkadaşlarımdan da sürekli yeni bilgiler öğrenme telaşındayım. Burada da öğrendiklerimi ve daha nicelerini sizlerle paylaşmak için varım. Umarım en az benim kadar siz de keyif alırsınız. Hoşçakalın !
Tarihin tozlu sayfalarından günümüze kadar uzanarak köklü bir geçmişe sahip olan Süryaniler, bu zamana kadar kültürlerini ve inançlarını koruyarak, her şeye rağmen ayakta kalmışlardır. Şimdi bu tarih sayfasını biraz aralayalım...
Mor Gabriel Manastırı Mardin'de bulunan dünyanın en büyük Süryani Ortodoks Manastırıdır. Fotoğraf: Seyit.47
Süryaniler
eski adlarıyla Suryoyolar, genellikle Mezopotamya bölgesine yerleşmişlerdir ve
kökenleri 5000 yıllık uzun bir geçmişe
dayalıdır. Yaşadıkları bölgede Hristiyanlığı kabul edip çeşitli zorluklara
göğüs germiş ve günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Süryanilerin
köklerinin nereden geldiğine dair farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlardan biri
Aramilerdir. konuştukları Aramice'ye Süryanice demeye başlamıştır. O dönemde
Süryaniler ile birlikte bölgede yeni benimsenen Hristiyanlık inancı
özdeşleşmiş, biri anılınca diğeri peşinden gelir olmuştur. Bir diğer görüş ise
köklerin Asurlulardan geldiğini savunur. Aslında bu iki görüşün de ortak bir
paydada buluşması gerekir çünkü Süryanilerin kökeni tüm eski Mezopotamya
halklarına dayanır. Görüşlerin farklı olmasının asıl sebebi, Süryanilerin kendi
özelliklerine sahip olmalarını istemeleridir. Şöyle ki Asurlulardan
geldiklerini düşünenler siyasal bir toplum olduğunu savunmakta; Aramilerden
geldiklerini düşünenler ise inançlarına bağlı bir toplum olmasını arzu etmekte
ve buna bağlı olarak toplumda düzeni sağlamaya çalışmaktadır.
Aslına
baktığımızda Asur ve Arami diye bahsedilen halk aynıdır. Bu halk Eski
Mezopotamya kültürünü taşımaktadır. Sadece isimler bölgelere göre değişiklik
göstermektedir. Hristiyanlığa geçiş sonrası Süryani adı yaygınlaşmış ve o
bölgede Hristiyan olan halka “Süryani” denmeye başlanmıştır. Yani Hristiyan
olmadan önceki isimleri Asurlular ve Aramiler olarak bilinmektedir. Buna
karşılık kökenlerinin tüm Mezopotamya halkına dayandığını görmekteyiz.
Bu bölgede yaşayan tüm halklar hemen hemen aynı örf ve adetleri benimsemiş,
aynı dili konuşmuş ve Hristiyanlığı kabul edip aynı dile mensup olmuşlardır.
Yeni isimleriyle birlikte de Süryaniler doğmuştur.
Süryani
adının nereden geldiğine dair pek çok varsayım vardır. Fakat bu varsayımların
tek ortak özelliği o bölgede uzun yıllar hüküm sürmüş bir kralın adından
gelmekte olduğudur. Süryani adının tam olarak nereden geldiği ve neden dolayı
kullanıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Günümüzde en çok duyulan iki
varsayımı “Anadolu’nun Solan Rengi Süryaniler” adlı kitabın yazarı olan Yakup
Bilge’nin eserinde anlatılmıştır.
Suriye
adının o zamanın bölge hükümdarı Kilikos’un kardeşi Suros’tan geldiği
düşünülmektedir. Süryani ismi de Suros’tan türeyerek bugünkü şeklini
almaktadır. 11.yy’da yaşamış olan Arami kralı Suros’un yönettiği bölgenin adı
“Surisyin” olarak adlandırılmaktadır. Zaman geçtikçe sondaki “s” harfi düşerek
“Suriyn” olduğu ve yerleşik halkın adının da o şekilde anıldığı bilinmektedir.
Bir diğer varsayıma gelecek olursak Asurluların yaşadığı bölgeye “Asurya”
denmektedir. Zamanla “Asurya” ve “Asuryan” kelimeleri Aramca konuşan halkın
diline yerleşerek kullanılmaya ve daha sonra değişikliğe uğrayarak Asuroyo
olarak telaffuz edilmeye başlanmıştır. Günümüzde de “A” harfi düşerek Suroyo
yani Süryani olarak kullanılmaktadır.
ESKİ SÜRYANİ TARİHİ
Eski
Mezopotamya’da yaşayan milletlerin tarihi, Süryanilerin milattan önceki
tarihleridir. İslamiyetten önceki dönemde o bölgede yaşayan halklar
birbirleriyle daha çok kaynaşarak, o bölgede daha da yaygınlaşmışlardır. Buna
sebep olarak Aramilerin Mezopotamya’ya yerleşmeleri gösterilmektedir. Asur İmparatorluğu’nun
ve Babil Devleti’nin yıkılması ile birlikte de yeni bir durum oluşmuştur. Bu
durum tüm eski Mezopotamya halkları içinde büyük bir kaynaşma ortaya
çıkarmıştır. Bunun sebebi dışarıdan gelen bir yabancının, yaşadıkları bölgeyi
ele geçirmeye çalışmasıdır. Yabancıların himayesi altına girmiş olan bu halklar
aslında aynı dili konuşup, benzer örf ve adetlere sahip oldukları için kaynaşmaları
hızla devam etmiştir.
Aramiler de
bu arada Fırat ve Dicle nehirleri arasına girmeye çalışmaya başlamıştır.
Aramilerin saldırılarına uğrayan Asurluların nüfusu gittikçe azalmış, halk
köleleştirilmeye başlanmıştır. Fakat daha sonra bu saldırılar son bulup,
Aramiler Mezopotamya’da yerleşik hayata geçip, Asurlu halkıyla anlaşmaya başlamıştır.
Buna karşılık olarak Asur halkı da bu süre zarfında güçlenip Aramilere
saldırmış ve Aramiler Asur’un himayesi altına girerek bu iki devlet
birleşmiştir.
Hristiyanlığı
kabul edince bu iki halkın kaynaşmaları hızlanmıştır. Artık aynı dil, gelenek ve göreneklerin yanı sıra aynı
dine de sahip olmuşlardır. Buradan da Süryanilerin temelinin aslında Akadlılar,
Asurlular, Aramiler ve Babillilere dayandığını görmekteyiz. Böylece aynı dini
kabul ederek bu toplumlar büyük bir dinsel kültür ortaya çıkarmıştır. Eski
Mezopotamya ulusları birleşerek Hristiyanlık inancının esas alındığı Süryani
milletini doğurmuştur.
SÜRYANİ
TARİHİNDE BÖLÜNMELER
Süryani tarihinde önemli iki dönem vardır; Hristiyan
ve putperest Süryaniler.
Süryaniler Hristiyanlığı kabul etmeden önce
putpereset bir hayat sürdürmüşlerdir. İsa’nın gelişiyle Hristiyanlık
Mezopotamya’ya doğru hızla yayılmıştır. O dönemde Roma İmparatorluğu ve Bizans
Hristiyanlık inancına dair etkin bir rol oynamıştır. Tanrı ve İsa ilişkisi
üzerine çeşitli din fikir ayrılıkları çıkmış bunun üzerine Süryaniler batı
(Diyarbakır, Antakya, Maraş, Urfa, Mardin, Midyat, Nusaybin ve Suriye) ve doğu (İran, Irak ve Hindistan) bölgesi Süryanileri olarak anılmaya başlanmıştır.
Birlik ve
beraberlik anlayışı içinde etkinliklerini sürdüren Batı Süryanileri ve Doğu
Süryanilerinin kopma noktası olarak Kalkedon (Kadıköy) Konsili’nin büyük bir
rolü bulunmaktadır. (Konsil: Öğreti ve Kilise düzeni ile ilgili problemleri
çözmek üzere toplanan piskopos ve din alimlerinden oluşan kurul.)
Bizans, Doğu Süryanilerinin kurduğu
kiliselerde kendi görüşlerini empoze etmeye başlamıştır. Bu, ayrılığın en büyük
nedeni olarak görülmektedir. Bizans kilisesi patriği olan ve bu konsilin en
önemli ismi Mor Nastur’dur. Mor Nastur, İsa’nın doğası gibi konuları
incelemiştir. Mor Nastur’dan önce onun gibi birçok Süryani filozof, Bizans
otoriteleri tarafından bastırılmıştır. Mor Nastur’u savunan birçok kişi çeşitli
protestolarla seslerini duyurmaya çalışmıştır. Bunun üzerine Nastur sürgün
edilmiştir. Onu destekleyen kişilere de “Nasturi”
denmeye başlanmıştır. Nasturi diye damgalanan bu kişilere bir de İsa’yı inkar
ettikleri manasına gelen “çift doğa” kelimesi de eklenmiştir. Bu sırada da Batı
Süryanileri olarak adlandırılan Antakya Süryani Kilisesi de gün geçtikçe aldığı
baskılar yüzünden yok olmaya başlamıştır. Bu esnada Yakup Burdono adıyla genç
bir Süryani rahip ortaya çıkıp kiliseyi yıkılmaktan kurtarmıştır. Gerçekleştirdiği
üstün başarı sayesinde çok sevilmiştir. Bu da, Bizans tarafından pek hoş
karşılanmamış, daha sonra Yakubiler ismi
ile küçümsemek amacıyla anılmıştır. Yakubiler, günümüzdeki Süryani
Ortodokslardır.
Süryanilerin en önemli merkezlerinden biri olan Deyrulzefaran Manastırı rahibi Raban Gabriel Akkurt ve Mezopotamya ovasına açılan devasa kapı .
Bu olaylar
sonrası Bizans İmparatoru Markian’dan korkan bir grup Süryani, Kadıköy
Konsil’inin kararlarını kabul etmiştir. Bunlara da “Malkoye Melkit” denilmeye başlanmıştır. Süryanice “kralın yandaşları” manasında kullanılmaktadır. Arap istilasından sonra dillerini Süryanice'den
Arapça'ya çevirmiş ve Bizans kilisesinden ayrılmışlardır. Malkoye Melkit’ler günümüzde
Rum Ortodokslardır.
Zamanla bu topluluk içerisinde bir başka
bölünme daha olmuştur. “Maronit
Patrikliği” adı altında kurulan bu bağımsız gruba mensup üyeler de Maruniler
olarak anılmaya başlanmıştır.Nasturilikten
zamanla kopan Kıbrıs Nasturi Metropoliti Timotheos ve onun düşüncelerini
benimseyen gruba da “Keldani” denilmiştir.
18.Yüzyıl
içinde Antakya Süryani Kilisesi bir bölünmeye daha şahit olmuştur. Bir grup
Süryani Papalığa bağlanarak “Süryani
Katolik” adı altında bir grup kurmuşlardır. Papalığa bağlanmak isteyen bazı
Süryaniler, yapılan patrik seçimlerini fırsat bilip eşit oy çıkartıp bölünmeye
gitmişlerdir.
19.Yüzyıl
içinde Protestanlık hakkında Amerikalı ve İngilizlerin yaptığı çalışmalar
sonucu Süryani Protestan grubu da
ortaya çıkmıştır.
Bir de başka türde parçalanmalar da olmuştur. Bunlar,
İslam dinine geçen Süryanilerdir. Bu topluluklara Mhalmi adı verilmiştir. Mardin ve çevresinde yaşamakta ve tüm
yerleşmelerin adı Süryanice konulmuştur. Köylerde bulunan birçok cami geçmişte
kilise olarak kullanılmıştır. Geçmişten gelen çeşitli gelenek ve göreneklerini
hala sürdürmektedirler.
Süryaniler tarih boyunca birçok nedenden
sürekli olarak kendi aralarında bölünmüştür. Bu sebeptendir ki güçlerini
bölünerek kaybetmişlerdir. Fakat buna rağmen bugüne kadar kendilerine has kültürlerini, örf ve adetlerini sürdürmeyi başarabilmişler ve Süryani kültürünü terk etmemişlerdir.