Mezopotamya’nın kadim halkı olarak bilinen ve köklerinin beş bin yıl önceye kadar uzandığı söylenen Süryaniler aslında o topraklarda uygarlığın gelişmesini sağlayan ve bu kültürün yayılmasında önemli rol oynayan bir halktır. 1.Dünya Savaşı sırasında Süryaniler Mezopotamya bölgesinden göç etmek zorunda kalmış ve 1915 yılında alınan bu göç kararıyla birçok Süryani ana vatanlarını bırakıp göç etmiştir.
Yıllar önce Süryanilerin Seyfo katliamı olarak
adlandırdıkları olay sonrası ailesi Suriye’ye göç etmek zorunda kalmış, yüzyıl sonra
da Suriye’deki iç savaş nedeniyle yine göçe zorlanan Süryani bir aileyi
haberimde izleyeceksiniz.
Peki Süryanilerin sesi olan Tuma
Çelik bize bu göç ve Süryani tarihi hakkında neler anlatmış ona bir bakalım…
Sabro Gazetesi Genel Yayın Müdürü Tuma Çelik,
1964 Midyat doğumlu. 1974’te ilk olarak Türkiye’ye daha sonra da İsviçre’ye göç
etmiş. 2010 yılında İsviçre’den de
Türkiye’ye geri dönüş yapmış. Sabro’nun
anlamının umut olduğunu bize özellikle belirtiyor. "Umut, çünkü hala umudumuzun
var olduğunu anlatmak için", diyor. Türkiye’de Süryanilerin var olduğunu ve
bizlerin sorunlarını ve taleplerimizin
olduğunu anlatmak için bu gazeteyi çıkarttıklarını söylüyor.
“Gazetede farklı kimliklerden yazarlar bulunuyor yani herkes Süryani değil. Bizim çabamız aynı zamanda etrafımızdaki halka Süryanileri tanıtmak”, diyor. Tuma Bey’in bu konular hakkında çeşitli kitapları da bulunmakta. Kendisi Süryanilerin umutlarını ortaya koymak ve onları anlatmak için çeşitli çalışmalar da yapıyor.
“SEYFO
KATLİAM DEĞİL, SOYKIRIMDIR”
Seyfo’yu çoğu
Süryani gibi katliam olarak değil de soykırım olarak görüyor. Geçmiş dönemde
Süryanilerin hiçbir örgütlenme ve askeri gücü olmadığını bu yüzden bu olayları
soykırım olarak adlandırdıklarını söylüyor. Sadece Süryani ve Hristiyan
oldukları için bu saldırıya maruz kaldıklarını ve var olan 700 binlik
nüfustan yaklaşık 200 bin civarında nüfuslarının kaldığını söyleyerek ekliyor; "Bu yok olan nüfusun büyük bir çoğunluğunun göçe zorlandığını, bir diğer
kısmının da müslümanlaştırıldığını tahmin ediyoruz. Bu olayların hala düşünce
olarak var olduğunu da dile getiriyor. Hala inkar edildiğini ve mantık
olarakta devam ettiğini ekliyor", Çelik.
“1928’te
Süryanilerin Mardin ve Diyarbakır da bulunan okulları kapatıldı. Süryanilerin
yok olduğunu, onların kimliklerini inkar ederek bunun hala devam ettiğini düşünüyoruz. Bu güne kadar Süryani nüfusunun giderek yok olmasını da buna
bağlıyoruz. 1918’ler de var olan 200 bin Süryani nüfusu bugünlerde 20 bin
civarına düştü. Bu da bizlere soykırımcı mantığının devam ettiğini düşündürüyor.
Biz bu olayların bir daha gündeme gelmemesini, 1915 ile yüzleşilmesini, o acıların
bir daha yaşanmamasını ve Türkiye halklarının ortak bir gelecek konusunda barış
içerisinde yaşamasını istiyoruz.” diyor ve özellikle belirtiyor Çelik; "1915 olaylarında
Süryanilerin adının pek fazla geçmemesi onların sesinin çıkmamasıdır."
1915’in
hala devam ettiğini söylüyor. Süryanilerin 1915’te bir travma yaşadıklarını ve
kapalı toplumlarını daha fazla kapalı hale getirdiklerinin altını çiziyor.
Kilise örgütlenmeleri de ortadan kaldırılınca seslerini duyurabilecekleri bir
ortam kalmıyor. Osmanlı zamanında Ermeni ve Rum olarak Hristiyanlar iki toplum olarak ele alınıyor. Süryaniler de
bu Ermeni toplumların içinde bulunuyor. 451 yılında Doğu ve Batı olarak
kiliseler ayrışıyor. Gıbti olarak adlandırılan Bugün Mısırda yaşayanlar ve Ermeniler
Doğu kiliselerini temsil ediyor. Kalkedon Konsilili’nin kararlarına karşı
çıkıyorlar. Osmanlı devleti Anadolu’yu topraklarına kattığında Ermeni
milletine; Kadıköy Konsili karşıtlarını, Rum milleti içerisine de; Kadıköy
Konsili taraftarlarını yerleştiriyor. Böylelikle Süryaniler ve Ermeniler aynı
kimlik adı altına alınıyor.
Yeşilköy Süryani Kilisesi ayini Papaz karşılanırken kilise ahalisi
“Burada neden Ermenilerin adı altında
toplandığı sorusu akla gelebilir; sebebi
Süryanilerin kırsal bölgelerde yaşıyor olmaları ve İstanbul da bir
temsilliklerinin olmamasıdır. Merkezden uzak yerleşim yerlerinde
bulunuyorlardı. Dolayısıyla 1915’te
yapılan araştırmalarda Ermeni ya da Süryani olarak değil Hristiyan olarak ele
alınıyordu. Bu yüzden de Süryaniler geri planda kalıyordu. Seslerini de
duyuramadıkları için otomatik olarak 1915 olayını herkes Ermeniler üzerinden
okuyor, duyuyor, biliyor.” diyerek sözlerine ekliyor, Çelik.
“BEN BİREY OLARAK KADERİ TANIMIYORUM”
“İnsanın
karşılaştığı bütün olayların, içinde bulundukları planlamalar çerçevesinde
yaşandığını ve insanın başına ne geliyorsa bunun kaynağının kendisi olduğunu belirten Çelik, bize Suriye’den göç eden Süryani kesim hakkındaki
düşüncelerini anlatıyor.
Olaya kader olarak bakmadığını, ifade ediyor.
1920’lerden sonra yaşanan göçler için Süryanilerin kendilerine en yakın bulduğu
yerlere göç ettiğini söylüyor.
“Bu bölgeler
aslında hiç bilinmedik yerler değil, aksine sınır bölgelerinde bulunan Süryani
köylerinin olduğu yerleşim yerlerine gitmişlerdir. Göç etmelerinin kaynağının
baskıdan ziyade o bölgelerdeki insanların Süryani olmasından kaynaklanmasıdır.”diyor,
Çelik.
Suruç bölgesinin aşağısında bulunan Mabuk köyü
Suriye sınırları içerisinde bulunuyor. Bu iki bölgenin arasında din, dil, tarih
bakımından hiçbir ayrım yok ikisi de Süryani köyü. Fakat siyasi gelişmeler
çerçevesinde bölünerek farklı iki yer olarak adlandırılıyor. Tuma bey, insanların
oralara giderken farklı bir yere gittiklerini düşünmediklerini ancak siyasiler
tarafından coğrafyaların ayrımlaştırıldığını, söylüyor.
Kara kalem çalışması yaparken Abdülnur Bey; "Suriye'de doğup büyümüş olmama rağmen, Türkiye'ye geldiğimde kendimi hiç yabancı hissetmedim", dedi.
“GÖÇÜ BİR
KURTULUŞ OLARAK GÖRÜYORLAR”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder