Süryanilerin ana yurdu olarak bilinen Turabdin bölgesinin kalbi olan, meşe ağaçlarıyla örtülü tepelerin doruk noktalarından birinde, 1610 yıllık köklü tarihiyle kendisini görenleri hayran bırakır Mor Gabriel Manastırı.
Kilise tarafından "İkinci Kudüs" ilan edilen Mor Gabriel Manastırı, manastır yaşam tarzını ve geleneğini sürdürebilen ender manastırlardandır. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte çan sesi duyulurken yeni güne başlar manastır halkı.
Manastır 397 yılında Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kurulmuştur. Kısa sürede o kadar çok ünlenmiştir ki ünü Roma ve İstanbul'da bulunan imparatorlara kadar gitmiştir. Onların yaptığı yardımlarla yapılan değerli yapılar hala günümüzde ayaktadır.
Turabdin bölgesi; Anadolu, Mezopotamya ve Suriye'nin kesişme noktasıdır. Süryanicede "tur: dağ" ve "abdin: münzeviler" sözcüklerini karşılar, yani Münzevilerin Dağı manasına gelir.
Günümüzde Mor Gabriel Manastırı'nda altmış kişi yaşamını sürdürüyor ve bunun otuzunu yakın köylerde yaşayan süryani gençleri kapsıyor. Orta okul ve liseye giden gençler manastırı yurt olarak kullanıyor daha sonra din adamı olmak isterlerse bu eğitim Türkiye'de verilmediği için yurt dışında okuyup geri geliyorlar.
Her gün manastırda rahibeler tarafından yemekler yapılır ve akşam duasından sonra tüm manastır halkı hep birlikte sofraya oturur. Yemekler yendikten sonra, günde 7 defa 4'ü kişisel, 3'ü toplu şekilde olmak üzere namaz kılınır.
Kilise ve cemaat işlerinde gönüllü olarak papaza yardım eden, tertip ve düzeni sağlayan kişilere "Diyakon" denir. Diyakonların başı olarak görülen Aziz Stefanos tarafından bugüne dek sürdürülen bu ruhani yapı kendi içinde de Mzamrono, Koruyo, Afudyakno, Evangeloyo, Arhedyakno olarak beşe ayrılır.
Kilise Hiyerarşisinde Patrik ve Mafiryan'dan sonra üçüncü dini lider ve atandığı bölgenin en yüksek dini lideri Metropolit sayılır.Papaz evlenebilir ama yükselemez buna karşı Metropolit ve Patrikler kesinlikle evlenemez ama yükselebilirler.
Hristiyan toplumunda "Kutsal Cuma" olarak anılan yani İsa Mesih'in çarmıha gerilişinin anma töreni yapılır. Nisanın ikinci haftasına kadar tutulan elli günlük oruç sonunda Paskalya'dan önceki ilk cuma zamanı dualar ve ibadetler yapılır.
Bu ayinlerde İsa'nın çektiği acılar için dualar edilir. Cemaat toplanır ve o gün herkes siyahlara bürünerek yas tutar.
"Kutsal Cuma" sonrasındaki pazar ise Hz.İsa'nın yeniden dirilişi olarak Paskalya Bayramı ilan edilir. Bu bayramın simgesi olan tavşan, doğurganlığı; yumurta ise yeniden yaşamı simgeler.
Paskalya bayramı sabahı manastır ahalisi ve din adamları tarafından edilen dua sonrası kahvaltı yapılır. Gün boyu çevre köylerden veya şehirlerden süryaniler manastıra bayram ziyareti ve dua amaçlı uğrar.
Mesih’in doğudan geleceğinin bir simgesi olarak, kilise yönü doğuya bakacak şekilde uzunlamasına inşa edilir. Günahtan ötürü kovuldukları ilk yurtları Adem Bahçesi'ne olan özlemlerinin ve Mesih'in ikinci gelişi doğudan olacağının bir işareti olarak kilise bireyleri de yüzlerini doğuya çevirerek günlük dualarını yapmaktadırlar.
Mezopotamya’nın kadim halkı olarak bilinen ve köklerinin beş bin yıl önceye kadar uzandığı söylenen Süryaniler aslında o topraklarda uygarlığın gelişmesini sağlayan ve bu kültürün yayılmasında önemli rol oynayan bir halktır. 1.Dünya Savaşı sırasında Süryaniler Mezopotamya bölgesinden göç etmek zorunda kalmış ve 1915 yılında alınan bu göç kararıyla birçok Süryani ana vatanlarını bırakıp göç etmiştir.
Yıllar önce Süryanilerin Seyfo katliamı olarak
adlandırdıkları olay sonrası ailesi Suriye’ye göç etmek zorunda kalmış, yüzyıl sonra
da Suriye’deki iç savaş nedeniyle yine göçe zorlanan Süryani bir aileyi
haberimde izleyeceksiniz.
Peki Süryanilerin sesi olan Tuma
Çelik bize bu göç ve Süryani tarihi hakkında neler anlatmış ona bir bakalım…
Sabro Gazetesi Genel Yayın Müdürü Tuma Çelik,
1964 Midyat doğumlu. 1974’te ilk olarak Türkiye’ye daha sonra da İsviçre’ye göç
etmiş. 2010 yılında İsviçre’den de
Türkiye’ye geri dönüş yapmış. Sabro’nun
anlamının umut olduğunu bize özellikle belirtiyor. "Umut, çünkü hala umudumuzun
var olduğunu anlatmak için", diyor. Türkiye’de Süryanilerin var olduğunu ve
bizlerin sorunlarını ve taleplerimizin
olduğunu anlatmak için bu gazeteyi çıkarttıklarını söylüyor.
“Gazetede
farklı kimliklerden yazarlar bulunuyor yani herkes Süryani değil. Bizim çabamız
aynı zamanda etrafımızdaki halka Süryanileri tanıtmak”, diyor. Tuma Bey’in bu konular hakkında çeşitli kitapları da bulunmakta. Kendisi Süryanilerin umutlarını ortaya koymak
ve onları anlatmak için çeşitli çalışmalar da yapıyor.
“SEYFO
KATLİAM DEĞİL, SOYKIRIMDIR”
Seyfo’yu çoğu
Süryani gibi katliam olarak değil de soykırım olarak görüyor. Geçmiş dönemde
Süryanilerin hiçbir örgütlenme ve askeri gücü olmadığını bu yüzden bu olayları
soykırım olarak adlandırdıklarını söylüyor. Sadece Süryani ve Hristiyan
oldukları için bu saldırıya maruz kaldıklarını ve var olan 700 binlik
nüfustan yaklaşık 200 bin civarında nüfuslarının kaldığını söyleyerek ekliyor; "Bu yok olan nüfusun büyük bir çoğunluğunun göçe zorlandığını, bir diğer
kısmının da müslümanlaştırıldığını tahmin ediyoruz. Bu olayların hala düşünce
olarak var olduğunu da dile getiriyor. Hala inkar edildiğini ve mantık
olarakta devam ettiğini ekliyor", Çelik.
“1928’te
Süryanilerin Mardin ve Diyarbakır da bulunan okulları kapatıldı. Süryanilerin
yok olduğunu, onların kimliklerini inkar ederek bunun hala devam ettiğini düşünüyoruz. Bu güne kadar Süryani nüfusunun giderek yok olmasını da buna
bağlıyoruz. 1918’ler de var olan 200 bin Süryani nüfusu bugünlerde 20 bin
civarına düştü. Bu da bizlere soykırımcı mantığının devam ettiğini düşündürüyor.
Biz bu olayların bir daha gündeme gelmemesini, 1915 ile yüzleşilmesini, o acıların
bir daha yaşanmamasını ve Türkiye halklarının ortak bir gelecek konusunda barış
içerisinde yaşamasını istiyoruz.” diyor ve özellikle belirtiyor Çelik; "1915 olaylarında
Süryanilerin adının pek fazla geçmemesi onların sesinin çıkmamasıdır."
1915’in
hala devam ettiğini söylüyor. Süryanilerin 1915’te bir travma yaşadıklarını ve
kapalı toplumlarını daha fazla kapalı hale getirdiklerinin altını çiziyor.
Kilise örgütlenmeleri de ortadan kaldırılınca seslerini duyurabilecekleri bir
ortam kalmıyor. Osmanlı zamanında Ermeni ve Rum olarak Hristiyanlar iki toplum olarak ele alınıyor. Süryaniler de
bu Ermeni toplumların içinde bulunuyor. 451 yılında Doğu ve Batı olarak
kiliseler ayrışıyor. Gıbti olarak adlandırılan Bugün Mısırda yaşayanlar ve Ermeniler
Doğu kiliselerini temsil ediyor. Kalkedon Konsilili’nin kararlarına karşı
çıkıyorlar. Osmanlı devleti Anadolu’yu topraklarına kattığında Ermeni
milletine; Kadıköy Konsili karşıtlarını, Rum milleti içerisine de; Kadıköy
Konsili taraftarlarını yerleştiriyor. Böylelikle Süryaniler ve Ermeniler aynı
kimlik adı altına alınıyor.
Yeşilköy Süryani Kilisesi ayini Papaz karşılanırken kilise ahalisi
“Burada neden Ermenilerin adı altında
toplandığı sorusu akla gelebilir; sebebi
Süryanilerin kırsal bölgelerde yaşıyor olmaları ve İstanbul da bir
temsilliklerinin olmamasıdır. Merkezden uzak yerleşim yerlerinde
bulunuyorlardı. Dolayısıyla 1915’te
yapılan araştırmalarda Ermeni ya da Süryani olarak değil Hristiyan olarak ele
alınıyordu. Bu yüzden de Süryaniler geri planda kalıyordu. Seslerini de
duyuramadıkları için otomatik olarak 1915 olayını herkes Ermeniler üzerinden
okuyor, duyuyor, biliyor.” diyerek sözlerine ekliyor, Çelik.
“BEN BİREY OLARAK KADERİ TANIMIYORUM”
“İnsanın
karşılaştığı bütün olayların, içinde bulundukları planlamalar çerçevesinde
yaşandığını ve insanın başına ne geliyorsa bunun kaynağının kendisi olduğunu belirten Çelik, bize Suriye’den göç eden Süryani kesim hakkındaki
düşüncelerini anlatıyor.
Olaya kader olarak bakmadığını, ifade ediyor.
1920’lerden sonra yaşanan göçler için Süryanilerin kendilerine en yakın bulduğu
yerlere göç ettiğini söylüyor.
“Bu bölgeler
aslında hiç bilinmedik yerler değil, aksine sınır bölgelerinde bulunan Süryani
köylerinin olduğu yerleşim yerlerine gitmişlerdir. Göç etmelerinin kaynağının
baskıdan ziyade o bölgelerdeki insanların Süryani olmasından kaynaklanmasıdır.”diyor,
Çelik.
Suruç bölgesinin aşağısında bulunan Mabuk köyü
Suriye sınırları içerisinde bulunuyor. Bu iki bölgenin arasında din, dil, tarih
bakımından hiçbir ayrım yok ikisi de Süryani köyü. Fakat siyasi gelişmeler
çerçevesinde bölünerek farklı iki yer olarak adlandırılıyor. Tuma bey, insanların
oralara giderken farklı bir yere gittiklerini düşünmediklerini ancak siyasiler
tarafından coğrafyaların ayrımlaştırıldığını, söylüyor.
Kara kalem çalışması yaparken Abdülnur Bey; "Suriye'de doğup büyümüş olmama rağmen, Türkiye'ye geldiğimde kendimi hiç yabancı hissetmedim", dedi.
“GÖÇÜ BİR
KURTULUŞ OLARAK GÖRÜYORLAR”
Mezopotamya’nın çeşitli bölgelerinden
zamanında Suriye’ye göç eden Süryanilerin şuanda çıkan iç savaş nedeniyle geri
ülkelerine döndüklerini bu haberimde izlediniz. Bu konu hakkında Çelik;
Süryanilerin geçmişten gelen bu travma nedeniyle göçü bir kurtuluş olarak
gördüklerini söylüyor. "Sabro Gazetesi’nin ve Türkiye’deki diğer Süryani
topluluklarının ortaklaşa düzenlediği Turabdin’de bir dayanışma kampanyası
çerçevesinde Avrupa ülkelerinde seminerler düzenliyoruz", diyen Çelik, Süryanilerin sesini duyurmaya devam edeceklerini belirtiyor.